21 Ağustos 2011 Pazar

Anti-Dühring - Emile Botigelli'nin sunuşu

Botigelli'nin sunuşundan ilk olarak anlayacağımız şu ki; Anti-Dühring bir mücadele içinde doğmuş. Neyin mücadelesi? Marx ve Engels'in yani marksizmin sosyal-demokrasiye karşı mücadelesi. Bu bağlamda bir "privat-dozent" olan Dühring'i, Alman Sosyal Demokrat Parti'nin sosyal-demokrat tarafının sembolü alarak (ki bir ara gerçekten o hale gelmiş) Anti-Dühring eseri meydana gelmiş. Dühring gibi ünlü edilen şahıslara bir diğer örnek de Lenin'in "Halkın Dostları Kimlerdir?" eserindeki Mihaylovski olarak verilmiş. Söylendiğine göre marksistler olmasa bu iki şahsın da tarihe geçmesi mümkün olmayacakmış. Bu arada Lenin de bu eserinde tabi ki bir düşünceye, halkçılığa, karşı savaşım vermiş. Burada "narodizm" teriminin de halkçılık anlamına geldiğini öğreniyoruz.

Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'dan itibaren işçilerde bir biliçlenme oluşturmayı amaç edindiği dile getiriliyor. Bilinç, bilinçlenme benim de üzerinde epey sorgulama mesaisi harcadığım bir konudur. Beno Kuryel de bilinç yerine farkındalık sözünü tercih ederdi. Benim sorgularımda; bilinç nedir, kim bilinç verebilir, bilinç verdiğini iddia eden kişi kendinin bilinçli olduğunu hangi referanslara dayanarak söyleyebilir, örneğin Türkiye'de yaşadığım topraklarda kendini müslüman diye tanıyan birine göre bilinç tanrıya (allaha) inanmak değil midir? O halde dünya görüşümüzü belirlediğimiz gibi bilinç referasnlarımızı da biz mi belirleriz? Öyleyse bir başkasını bilinçlendiriyoruz diye nasıl söyleyebiliriz ki?

"Almanya'da devimci hareketin başlangıç noktası, 1848 devrimidir" deniyor. Mutlakiyet rejimine son verme girşimiymiş bu devrim. Botigelli sunuşta Alman işçi sınıfının oluşumunu, gelişimini özet olarak geçse de, anlaşılan o ki, bu kitabı anlamak için bu tarihlerdeki Almanya'nın durumunu bilmek büyük avantaj olur. Sunuş boyunca, bu dönemdeki işçi sınıfının teorik perspektif yokluğu içinde olduğu dile getiriliyor.

Bu sıralarda, 1852'de, Prusya'da, mutlakiyetin komünistlere bir darbesi olmuş. 1850'de bir tarım ülkesi olan Prusya'nın 1870'e doğru sınai üretiminin nasıl arttığına, sınai üretiminin artmasıyla da işçi sınıfının nasıl güçlendiğine işaret ediliyor. Tabi bu sırada işçi sınıfının elinde hiçbir hak (sendikalar, ulusal örgütlenme vb.) olmadığından fakat buna rağmen 1850-1856 arasında ücret veya çalışma zamanı için yapılan toplam 40 grev olduğundan söz ediliyor. Eğer toplu grevler ise sayıya bak, vay be! Türkiye'de toplu grev en son ne zaman oldu acaba?

Schulze-Delistsch ve Sonnenman gibi liberal burjuvaların varlığını ve bunların işçi örgütlenmelerindeki etkisinden de söz edilmiş. O sıralarda işçi hareketi burjuva devrimiyle çok yakın hareket etmiş hatta kimi zaman ortaklaşmış. August Bebel bile önce burjuva saflarında epey sonrasındaysa Liebknecht'in etkisiyle sosyalizm saflarında yer almış.

1850 - 62 arasında Lasalle'a kadar işçi sınıfındaki ideolojik yoksunluktan dem vuruluyor. Bu dönemde işçi sınıfının istekleriyle burjuvanın istekleri birbirine karışmış. Bu istekler; birleşme ve toplanma özgürlüğü, tek dereceli seçim olarak özetleniyor. "Ulusal birlik" sorunu kafaları karıştırmış, işçi sınıfı bu sorun etrafında burjuva ile birleşmiş deniyor. Bunun somut örneği 1859'da kurulan Nationalverein'in (Ulusal Birlik) kurulması ve bu birlikte işçi ve burjuvanın birlikte yer almasıdır. "Her ne denli Alman birliğinin, Alman işçisinin en önemli gelişme koşullarından biri olarak değerlendirilmesi gerekirse de, bu birliğin gerçekleşmesi, aslında devrimci proletaryanın birliğini engelleyen ve teorik bilinçlenmesini geciktiren bir bölünme kaynağı olmuştur." (s. 12)

Ve Lasalcı parti kuruluyor .. 1862 Londra sergisi denen (neden sergi dendiğini anlayamadım?) toplantı bir dönüm noktası olmuş. Burada buluşan delegasyonlar Ulusal Birlik'in karşı çıkmasına karşın Leipzig'de Alman işçileri ulusal kongresi olması için çağrıda bulunmuşlar. Ve içlerinden önde gelenleri, Lassalle'a, işçi sınıfının bilimsel temellere dayanan bir program hazırlaması için başvuruyorlar. Lassalle kimdir, neden ona başvuruluyor gibi sorulara sunuşta çok yer verilmemiş. Sadece Lassalle'in görüşlerinin burjuva isteklerden uzaklaşmadığı şiddetle vurgulanmış. Lassalle'ın 1863'te "Leipzig'de bir Alman işçileri genel kongresi çağırma merkez komitesine açık mektup" olarak gönderilen Emekçilerin Programı, Alman Emekçileri Genel Birliği'nin 23 Mayıs 1863'te kurulmasına temel hazırlıyor.

Bu birlik sayesinde işçi sınıfı burjuvaziden siyasal olarak ayrılıyor. Bu birliğin programında yer alan ve burjuvazi ile en büyük ayrılma noktasını yaratan da; kapitalist sömürünün varolduğu sürece proleteryanın kurtulamayacağı maddesidir. Fakat maalesef bu birlik bundan ileri gidemiyor. Lassalle'nin işçi sınıfına gösterdiği iki amaç; tek dereceli ve gizli genel oy hakkının elde edilmesi ve devlet yardımı ile üretim kooperatiflerinin kurulması. İlk istek "sosyalizme parlamenter yoldan geçiş düşü" olarak eleştiriliyor, ikinci istek ütopik bulunuyor.

"Ücretlerin tunç yasası savı" ile ücretlerin yükseltilmesi mücadelesinin en önemli mücadele olduğu iddia ediliyordu. Bu sırada Lassalle, tutkularını belli ediyor ve kendini kral gibi 5 yıl için başkan atandırıp, diktatörlük kuruyordu. Daha sonra 1864'te bu diktatörlüğü von Schweitzer aynı şekilde devam ettirmiş. Schweitzer çekildikten sonra da parti dağılyor ve değerli militanlar Eisenach'da kurulan sosyal-demokratik partiye katılıyorlar.

Bu sıralarda Halk Partisi (Volkspartei) kuruluyor, Liebknecht 1866'da Saksonyat Halk Partisi'nin kuruluşuna katkıda bulunuyor. Derken 1868'de Nuremberg'de İşçi Birlikleri Konfederasyonu'nda Enternasyolin tüzüğünden faydalınarak bir program oluşuturuluyor. Bu sayede taleplerini bir adım daha artıran işçi sınıfı, programlarında hala üretim araçlarının toplumsallaştırılmasından ve siyasal erkin fethinden söz etmemekle eleştiriliyor. Konfedarasyondaki hareketlilik mücadeleyi bir parti oluşumuna götürüyor ve Alman Sosyalist İşçi Partisi'nin ilk kongresi toplanıyor. "Marx ve Engels, Eisenach'ta kendi partileri olarak kabul edebilecekleri ilk partinin kurulmuş olduğunu düşüneceklerdir." (s. 16). Burada da yine eşit, tek dereceli (nedir bu tek dereceli incelemek lazım?) ve gizli genel oy hakkı, kilise ile devletin ayrılması (hala Türkiye'de başarılamayan bir talep), basın ve dernek kurma özgürlüğü, sürekli ordunun yerine halk ordusunun geçirilmesi (bunu neden talep ediyorlar?) gibi taleplerle ilerliyorlar. "Kendine erek olarak, yalnızca tüm sınıf egemenliğinin kaldırılmasını değil ama ücretliliğin kaldırılmasını saptayarak yeni parti, burjuvazi ile bozuşuyordu." (s. 16) Program hala ciddi lasalcı etkiler taşıyor ve ilk madde "özgür halk devletinin" kurulmasını hedefliyor.

Enternasyonalin ilkelerine katılması sebebiyle partinin militanlarına baskı çok artıyor. Alman İmparatorluğu'nun kurulması iktisadın gelişmesini, sınainin büyümesini, sınainin büyümesi ise işçi sınıfımın gücünü geliştirmesini sağlıyor. İşçi sınıfının güçlenmesiyle bir birlik kurulması gündeme geliyor ve Genel Alman Emekçileri Birliği sosyalistlere birleşme önerisinde bulunuyor. Bu birleşmede "azeynahçılar" (öncülüğünü Bebel ve Liebknecht'in yaptığı parti) güçlü durumda iken lasalcılar başvuran durumundadır. Fakat Liebknecht ve Bracke'ın tüm çabalarına ve Marx&Engels'ten aldıkları desteğe rağmen oluşum lasalcı özden kurtulamaz. 

"Gotha Programının Eleştirisi"nin Marx'ın 1875'teki teorik düşüncesinin bilançosu olduğu söyleniyor. Bu eleştiride proleterya diktatörlüğünün vurgulandığı dile getiriliyor. Burada Marx'ın düşüncelerindeki gelişim ve kendi öncelini aşma hamlesi vurgulanıyor. Eisenach programında bulunan ve kendisinin de kabul ettiği çoğu öğeyi bu sefer lasalcı diyerek eleştiriyor Marx. (Marx'a ithafen) ".. 1875'te altı yıl önce olduğundan daha güç beğenir görünür. Ve bu davranıştan çıkartılacak bir ders vardır." (s. 19). Bu arada Eisenacht'ta programdan kaldırılan ücretlerin tunç yasası burada yeniden programa konmuş.

Bu noktada Marx, işçileri teori yoksunluğu sebebiyle ciddi biçimde eleştiriyor ve eylemlerinin teorik temellerini belirleyip programa yazmalarını istiyor. İşçilerin kendisini anlayacak düzeyde olmamasından sebeple, Dühring denen bir zatı anlamaya ve kafalarının daha da karıştığı belirtiliyor. Lasalcılar ve Marx'tan yana olanlar diye bölünen işçiler bu sefer de Dühring ve Marx yanlıları şeklinde bölünüyorlar.

Dühring kimmiş? Matematik ve hukuk öğrenimi gören, 28 yaşında kör olan ve bu sebeple yargıçlık mesleğinden el çekmek zorunda kalan, felsefe ve iktisat dersleri vermek üzere öğretim görevlisi olan, Yahudi düşmanı olduğu iddia edilen, 1870'ten sonra sosyalist olduğunu açıklayan, büyük adamları pozitivist Auguste Comte ve iktisatçı Carey olan, Darwin'i yadsıyan bir zat. "En çarpıcı yönlerden biri, Hegel'in yadsınmasıdır. Dühring, diyalektiği yadsır ve kendi "ölümsüz doğruluklar"ının değerini olumlar." (s. 22) Diyalektiğin yani doğa ve toplumda hareketin yadsınması usun da yadsınması anlamına gelir deniyor.

Schopenhauer tasviri oldukça ilginç; ".. usdışı öğretileri ve insanın hiçbir kurtuluş bulamayacağı ölümsüz bir kötülüğü kabul etmesi .. "

Burjuvazinin, usun rolünü yadsıyıp dünyanın değişmez olduğunu savunmakta çıkarı olduğu fakat bilimin gelişmesini yadsıyamayacağı söyleniyor. Dühring'in Carey'in çömezi olduğundan bundan dolayı da kapitalizmi kabul edip çelişkilerini düzeltmek istediğinden söz ediliyor. Dühring'ten şu şekilde söz ediliyor; "Gücünün bilincine varan ve örgütlenen bir işçi sınıfını yanıltacak adamın ta kendisidir." (s. 23) Tabi burada hemen akla bir soru geliyor; gücünü farkeden işçi sınıfı da okusun ve yanılmasın ama maalesef o zaman da işçi sınıfının teorik olarak edilgen konumda olduğu her sayfada görülüyor.

Parti hızla Dühring'e doğru yöneliyor, önmeli militanlar (Most vb.) Dühring'in ateşli savunucusu kesiliyorlar. Bebel bile "Yeni bir komünist" makalesinde Dühring'i övüyor. Ve Liebknecht'in yönettiği resmi parti yayın organı Dühring propagandası yapan yayın durumuna kadar geliyor. Dühring'in bu sıralarda yayınladığı; "Ekonomi Politik ve Sosyalizmin Eleştirel Tarihi" makalesi Marx'a ağır sövgüler içeriyormuş. Fikrini değiştiren Liebknecht nihayetinde Engels'ten destek istiyor.

Engels, bu sıralarda 18 yıldır, Marx'ın Kapital'i yazarken maddi dayanak sağlamak için, Ermen ve Engels firmasında sürdürdüğü "kürek mahkumluğu"ndan kurtulmuş, bilimsel irdelemelere dalmayı düşünüyor fakat işçi sınıfının durumu kendisini bu çalışmalardan alıkoyuyor. Ne fedakarlık!

Dühring yanlılarının iyice ateşlenmesiyle Libknecht, Engels'ten tekrar destek isteyince ilk olarak Dühring'e direk cevap vermeyi pek uygun görmeyen Engels, Marx ile mektuplaşmalarıyla "ekşi elmayı ısırmayı" kabul ediyor. "Dühring için, eski tarih repertuvarım ve bilimsel irdelemelerim bana büyük yardımlarda bulunuyor ve işimi birçok yönden kolaylaştırıyorlar. Özellikle doğa bilimleri konusunda, alanın bana çok daha az yabancı bir duruma geldiğini ve bu alanda, sakına sakına da olsa, belli bir özgürlük ve belli bir güvenle ilerleyebileceğimi sanıyorum. " (s. 30)

Anti-Dühring çalışması 2 yıldan fazla zaman almış. 1876 Eylül - 1877 Ocak arasında ilk bölümü, "Bay Eugen Dühring Felsefeyi Altüst Ediyor" başlığıyla 19 seferde Vorwarts'ta yayınlıyor. Marx da bir bölüm ile katkıda bulunuyor. İkinci kısım,
"Bay Eugen Dühring Ekonomi Politiği Altüst Ediyor", Temmuz-Aralık 1877'de 9 seferde yayınlanıyor. Üçüncü kısım, "Bay Eugen Dühring Sosyalizmi Altüst Ediyor", 1877 Ağustos - 1878 Mart arasında yazılıyor ve 5 sefer de yayınlanıyor. Ve Engels çalışmayı şu sözlerle bitiriyor; " .. Dühring işini çok şükür bitirdim ve dünyaları verseler bu işe devam etmeyi istemem." (s.31)

Anti-Dühring'in yayınlanması sırasında Dühring yandaşları yayın organına yaptıkları baskılarla birçok zorluk çıkarıyorlar. Ve Engels, Liebknecht'e makalelerin kesilmeden yayınlatmasını isteyen bir ültimatom gönderiyor. Bu sırada Dühring'in "Sanço Pança"sı Abraham Ensz, Engels'e sövgü dolu bir broşür yayınlıyor. Nihayet Gotha'da toplanan kongrede Dühring yandaşları işi azıtıyor ve Engels'in makalelerinin yayından kaldırılmasını istiyor. Bu kongrede Liebknecht ve Bebel'in ara önerileri oluyor ve Liebknecht ateşli bir şekilde Engels'i savunuyor. Aynı zamanda makaleler bazı militanlarda etkisini gösteriyor ve onların da savunuculuğunu kazanıyordu. Böylelikle kongrede marksistlerin üstünlüğü oluşuyor ve bundan sonra Dühring gerileme dönemine giriyor.

Dühring 1877'de Berlin'de üniversiteden atılıyor, sosyalistler geri alınması için destek veriyor fakat bu sırada Dühring hükümet ile uzlaşınca sosyalistler gözünde kalan saygısını da kaybediyor.

Engels makale isimleriyle de Dühring'in "Carey Ekonomi Politik ve Toplumsal Bilimleri Altüst Ediyor"a ince bir gönderme yapmış.

Bu dönemdeki işçi sınıfının durumu birkez daha özetlenmiş; ".. Enternasyonal tüzüğü, eylemi yönetmeye yarıyor ve Marx ile Engels'in, öğütlerine başvuruluyordu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, Alman partisinde hiç kimse, ne bu eylemin ilkelerini düşünmeye, ne de bu eylemi bir dünya görüşüne bağlamaya çalışıyordu. Erkliğin alınması için, ama sosyalizmin insanlık tarihinde ne anlama geldiği üzerinde açık bir görüşten yoksun olarak, savaşım veriliyordu." (s. 35)

Anti-Dühring'e bir marksizm ansiklopedisi deniyor ve bu eserde Engels'in, " marksist dünya görüşünün tüm bilgi alanlarındaki bireşimini ilk kez olarak" yaptığı dile getiriliyor. Engels'in ilk olarak modern materyalizmi tanıttığı çünkü artık mekanik materyalizmin aşılmış olan bilimsel verilere dayandığı söyleniyor. Pozivitizm şu şekilde tasvir ediliyor; "Pozivitizm, bilimlerin 19. yy'ın ilk yarısındaki belli bir gelişmesine uygun düşüyor ve onların başarıları ile bütünleşmeye çalışıyordu. Ama bütünsel bir materyalist görüşten yoksun bulunması sonucu, olaylar topluluğunu kavrayamıyordu. Tamamen pozivitist olmak isteyen August Comte, dünyayı yönetenin fikirler olduğunu söyleyecek denli ileri gidiyor ve böylece kapıyı idealizme açıyordu. Yüz yıl öncekine göre çok yüksek bir düzeyde de olsa, bilgiler düzeyi, gerçeği büsbütün kavrayamıyordu." (s. 37)

Bilimler topluluğunun hareketi klasik nedensellik ile açıklanamıyor, yeni bir arayışa giriliyordu. ".. bilgi sürecine kendi birliğini yeniden kazandıran bir yöntem, güçlüklere meydan okumayı ve onları idealizme sıçramanın sunduğu kolay çözümlere başvurmaksızın çözmeyi sağlayan düşünce kuralları bulmak gerekiyordu." (s. 37) Bu arayış sonucunda yöntem bulundu; diyalektik materyalizm.

38 ve 39. sayfalarda burjuva felsefesi ve marksizm kıyaslanarak anlatılıyor. "Varlığın bilinç üzerindeki önceliğini doğrulayan ve düşüncenin içinde oluştuğu koşullara sıkı sıkıya bağımlı olduğunu olumlayan marksizm .. . Marksizme göre, bilgimiz genişlediği, gerçeği daha bilimsel bir biçimde kavradığımız ölçüde düşüncemizin biçimleri dönüşür. Felsefe, artık, öteki bilimler üstünde, bilgimizin eksiklerini kapatmayı gözeten bir bilim değildir. Gerçekliğin düşünce düzeyindeki dışavurum ve bireşimidir, doğal ve insanal olayların araştırılmasında bilim tarafından elde edilen sonuçların genelleştirilmesi ve benimsenmesidir." (s. 39) Diyalektik materyalizm için; "niteliği gereği bilginin her yeni adımı ile kendi yasası gereği zenginleşmek ve dönüşmek zorunda kalacaktır" deniyor.

Botigelli, kitabın eskidiğinin çok açık olduğunu, genetik, nükleer biyoloji gibi alanlardaki büyük ilerlemelerin marksist dünya görüşüyle tekrar yorumlanması gerektiğini iletiyor.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Gens üzerine araştırma ..

Öncelikle şu gens terimini açmamız yerinde olacak diye düşünüyorum. Bunu yapmak için google'ı kullanmak yerine scholar google'ı kullanıp ciddi bir araştırma yapmak istedim. Bu araştırma sırasında Gens'i tanımlayan ve antropoloji konusunda referans alınan bir kitaba rasladım;The Roman Clan - The Gens from Ancient Ideology to Modern Anthropology - C.J.Smith. Bu kitabın 15. sayfasında Gens tanımı yapılıyor fakat google books üzerinde bu sayfa yok. Bu sebeple kitabın pdf'ini arıyorum.  Google Books'daki adresi;

http://www.google.com/books?hl=tr&lr=&id=m2-G6PQxWo0C&oi=fnd&pg=PR9&dq=gens+anthropology&ots=1D8byiPB06&sig=Syj4YNdvfN8lG4ry2nOCJkpPI60#v=onepage&q&f=false

Bu kitap gens için temel referanslardan biri sanırım. Roma tarihi konusunda hangi kitaba rastlasam bu kitabı referans göstermiş. Fakat bu kitabı henüz bulamadım. Hugh Lindsay'in Adoption in The Roman World kitabından gens tanımı ve Roma toplulukları ile ilgili kısa bir bilgi buldum, alıntılıyorum;

"The gens is the unit of organisation; giving as the successive stages of integration, in the archaic period, the gens, the phratry, the tribe, and the confederacy of tribe, which constituted a people or nation (populus). At a later period a coalescence of tribes in the same area into a nation took the place of a confederacy of tribes occupying independent areas. Such, through prolonged ages, after the gens appeared, was the substantially universal organisation of ancient society; and it remained among the Greeks and Romans after civilisation supervened. The second is founded upon territory and upon property, and may be distinguished as a state (civitas). The township or ward, circumscribed by metes and bounds, with the property it contains, is the basis or unit of the latter, and political society is the result. Political society is organised upon territorial areas, and deals with property as well as with persons through territorial relations. The successive stages of integration are the township or ward, which is the unit of organisation; the country or province, which is the aggregation of townships or wards; and the national domain or territory, which is an aggregation of counties or provinces; the people of each of which are organised into a body politic. It taxed the Greeks and Romans to the extent of their capacities, after they had gained civilisation, to invent the deme or township and the city ward; and thus inaugurate the second great plan of government, which remains among civilised nations to the present hour. In ancient society this territorial plan was unknown. When it came in it fixed the boundary line between ancient and modern society ...(Morgan [1877] 6–7)" (s. 32)

Kaynak: http://www.google.com/url?sa=t&source=web&cd=47&ved=0CDkQFjAGOCg&url=http%3A%2F%2Fproxy.bookfi.org%2Fgenesis2%2F272000%2F7206fb9053cdea76b2d82c4d24f92be9%2F_as%2F%255BHugh%2520Lindsay%255D_Adoption%2520in%2520the%2520Roman%2520World(BookFi.org).pdf&rct=j&q=%22the%20roman%20clan%22%20filetype%3Apdf&ei=RFn0TcrIOM_GswbEoMmqBg&usg=AFQjCNFuMQEu-HZ8sBguPc6lktQq3QibRg&sig2=4pdFUTXiIC_Kjw9ZxDKBCQ&cad=rja

İki Başlı Aile

Genslerin giderek daha da gelişmesiyle birlikte, akraba sayılanların birbirleri arasında evlenmeleri yasaklanmaya başladı. Morgan'ın dediğine göre:

"Kandaş olmayan gensler arasındaki evlenmelerden, beden sağlığı bakımndan olduğu kadar, kafa bakımından da daha sağlam bir soy çıkar; gelişmekte olan iki aşiret birleşince
yeni kafatasları ve yeni beyinler, iki aşiretin de yeteneklerine sahip olana kadar, doğal biçimde gelişirler."

Barbarlık döneminde akrabalık sistemlerinin karmaşıklaşması ve kalabalıklaşması ve akrabalıklar arasında evliliklerin yasaklanmasıyla birlikte, grup halinde evlenmeler olanaksızlaştı ve yerini iki-başlı aile yapısına bıraktı. Böylece evrimsel açıdan aile giderek daralmaya ve son olarak iki karşıt tarafın birlikteliğinden ibaret olmaya başladı. İki-başlı ailede erkek çok-karılı yaşama hakkına sahipti, ancak kadından bağlılık beklenir ve eşini aldatan kadın şiddetle cezalandırılırdı. Bununla birlikte heriki taraf da isterse aradaki birliktelik bağı çözülebilir ve çocuk anaya ait olurdu.

Bachofen'a göre zevkle çiftleşme adını verdiği yapıdan karı-koca evliliğine geçiş kadının eseridir:

"İktisadi yaşam koşullarının, eski komünizmi yıkarak geliştiği ve nüfus yoğunluğunun da arttığı ölçüde, geleneksel cinsel ilişkiler ilkel saflıklarını yitiriyor, ve iffet hakkını, bir tek adamla geçici ya da sürekli evlenme hakkını bir kurtuluş gibi görmeye başlayan kadınlara, gitgide alçaltıcı ve ezici olarak görünüyorlardı."

Bu çizgiyi çeken nokta ise özel mülkiyet olmuştur.

Hayvanların evcilleştirilmesiyle birlikte çoban halklar (Aryenler, Semitler) gelişmeye başladı. İyi sulanan alanlarda hayvanlara gözkulak olmak karşılığında et, süt gibi besinlerle bu halkalar gittikçe zenginleştiler.

Bu zenginlik ve dolayısıyla servet, başlangıçta genes ait olmasına rağmen zamanla “özel mülkiyet” gelişmeye başladı. Hatta başlangıçta sürüler, madeni avadanlık, lüks maddeler ve hatta köleler dahi aile başkanlarının özel mülkiyetinde bulunmakta idi.

Özel mülkiyet isteğinin artmasıyla birlikte insanın emek gücü de önem kazanmaya başladı. Bu doğrultuda başlangıçta Amerikan yerlileri, yendikleri düşman gense ait düşman erkeklerini ya öldürüyor ya kendi aşiretlerine kardeş kabul ediyorlar, kadınlarla ise ya evleniyorlar ya dab u kadınları çocuklarıyla birlikte kendi aşiretlerine kabul ediyorlardı. Çünkü “bu aşamada insane emek-gücü henüz kendi masraflarını kayda değer bir şekilde aşan bir artı (fazla) sağlamazdı”.

Ancak hayvancılık, madenlerin işlenmesi, dokumacıılık ve tarımın başlamasıyla bu durum değişmeye başladı. Öncelikle kadınlar bir değişim-değeri kazandı ve satın alınmaya başladı.

Hayvan sürüsünün artmasıyla, sürüyü mülk edinmiş aile bireyleri aynı doğrultuda çoğalamadığı için hayvanların bakımı zorlaştı. Dolayısıyla sürüye gözkulak olmak için savaşlardan köleler toplanmaya başlandı.

Böylece özel mülkiyetle birlikte aile ve gens kavramları değişikliğe uğramaya başladı.

“İki başlı evlilik aile içine yeni bir öğe sokmuştu. Sahici annenin yanında, sahici, delilli-ispatlı ve büyük bir olasılıkla günümüzün birçok “babalar”ından çok daha gerçek babaya da yer veriyordu.”

Bu aşamada, erkek yiyeceği ve aletleri sağlayan kişi olarak görülüyordu. Dolayısıyla bu aletlerin sahibiydi. Ailenin ayrılması halinde aletler erkeğin malı olurken, ev eşyaları kadının malı oluyordu.

“Demek ki, bu toplumda yürürlükte bulunan töreye göre, erkek aynı zamanda yeni beslenme kaynağının, hayvan sürüsünün, daha sonra da yeni çalışma aracının, kölenin sahibiydi.”

Erkek bu zenginliğine rağmen hala çocuğunun mirasçısı değildi. Çocuğun mirası analık hukukuna göre yalnızca çocuğun anne soyundan gelebiliyordu.

Yani çocuklar kendi soyundan birinci dereceden analarının mirasçısı olabiliyorken, babalarının mirasçısı olamıyorlardı. Babanın servetinden asla pay alamayan çocuğun soyu gittikçe fakirleşiyordu.

Bu durumu değiştirecek yeni bir miras düzeni geliştirilmeliydi. Dolayısıyla soy-zincirinin analık hukukuna göre hesaplanması değiştirilmeliydi.

“Bu devrim – insanlığın tanımış olduğu en köklü devrimlerden biri- bir gensin yaşamakta olan üyelerinin bir tekinin bile durumunda herhangi bir değişiklik yapmak gereği duymadı.”

Böylece çocuklar baba gensine geçmeye yani baba-soy-zinciri kabul edilmeye başlandı.

“İnsanı, adlarını değiştirerek, nesneleri değiştirmeye götüren ezeli kurnazlık! Ve dolayısıysız bir çıkarla dürtülünce, gelenek içinde kalarak geleneği yıkmak için bulunan dolambaçlı yol!” (Marx)

“Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu.”

Çünkü bu durum, kadının aşağılanması, köleleşmesi, erkeğin keyfi ve çocuk doğurma aleti haline gelmesine neden oldu.

Erkek tekelciliğiyle aile, aile başkanının otoritesi altında bulunan örgüt haline geldi.

  • Famulus => Romalılarda evcil köle anlamına gelir.
  • Familia => Romalılarda bir tek adama ait bulunan kölelerin tamamı anlamına gelir.

“Kadının bağlılığını, yani çocukların babalılığını sağlama bağlamak için, kadın, erkeğin insafına bırakılmıştı: Adam kadını öldürürse, hakkını kullanmaktan başka birşey yapmış olmaz.”

7 Haziran 2011 Salı

Tarihsel Süreçte Aile Tipleri

1. Kandaş Aile; 

".. bu aile biçimi içinde, yalnızca yukarı kuşakla aşağı kuşak arasında, ana-babalarla çocuklar arasında, (bizim deyimimizle) evlilik hak ve ödevleri söz konusu eilemez. [bunlar birbirleriyle evlenemezler. -ç]."

Kuşak (nesil) olarak bir topluluğa baktığımızda aynı kuşakta yer alan herkes birbirinin kız/erkek kardeşidir ve aynı kuşakl içerisinde herkes aynı zamanda birbirinin karı/kocasıdır. Bu durumda kardeşler arası cinsel ilişki kurulur. 

"Bu tür bir ailenin tipik biçimi, bir tek çiftten gelme dölden türer; bu döl içindeki her farklı kuşak bireyleri, kendi aralarında kardeş ve bu nedenden ötürü de, karı-kocadırlar." (s. 47)

Kandaş ailenin varlığını kanıtı şu şekilde veriliyor; "Tarihin sözünü ettiği en yabanıl halklar bile, bize kandaş aile üzerine hiçbir kesin örnek veremez. Ama kandaş ailenin varolmuş olması gerekir. Bugün bütün Polinezya'da hala yürürlükte bulunan Havai akrabalık sistemi, bizi, bunu kabul etmeye zorlar; çünkü bu akrabalık sistemi, ancak kandaş aile biçimi içinde ortaya çıkabilecek kandaş akrabalık derecelerini dile getirir. Aynı biçimde, ailenin zorunlu önaşama olarak bu biçime dayanması gereken daha sonraki bütün gelişmesi de bizi kandaş ailenin varlığını kabul etmek zorunda bırakır." (s. 47)


2. Ortaklaşa (punaluenne) aile

"Örgütlenmenin ilk adımı, ana-babayla çocuklar arasındaki karşılıklı cinsel ilişkinin yasaklanması olduysa, ikinci adımı da kardeşler arası cinsel ilişkinin yasaklanması olmuştur. " (s.47)

"Bütün kurallardan yoksun cinsel ilişki"

Güzel soru.. İnsan ne anlıyor bütün kurallardan yoksun deyince. Tarihsel süreçte değil de günümüz sohbetlerinde herkesin herkese "saldırması" olarak algılansa da kanımca bu toplum olarak ne kadar çok cinselliği bastırdığımızı gösteriyor. Bunu tek cümleyle dahi açıklamak mümkün diye düşünüyorum. Cinsel açlığı da yemek, içmek açlığı yani ihtiyacı kadar temel bir ihtiyaç olarak düşündüğümüzde, imkanları dengeli beslenebilmesini sağlayan bir insana kurallardan yoksun ye/iç dendiğinde normalde yiyip/içtiğinden daha fazlasını yiyip/içeceğini hiç sanmıyorum. Ne dersiniz?

Kitapta ise şu şekilde geçiyor: "Bununla [bu sözle - ilter], günümüzde ya da daha önceki bir dönemde yürürlükte bulunan sınırlayıcı yasakların, bir zamanlar hiç varolmadıkları anlatılmak isteniyor." (s. 44)


Kıskançlık; "Gerçek olan bir şey varsa, o da kıskançlığın, görece sonradan gelişmiş bir duygu olduğudur." (s. 44)

"Mahremler-arası-zinanın türetiminden önce (çünkü bu düpedüz bir türetimdir, hem de çok değerli bir türetim), ana-babayla çocuklar arasındaki cinsel ilişki, ayrı kuşaklara ait  bulunan öbür kimseler arasındaki cinsel ilişkiden daha iğrendirici bir şey olamazdı; oysa, ayrı kuşaklardan kimseler arasındaki evlenme, günümüzde hatta en bağnaz ülkelerde derin bir tiksinti uyandırmıyor, altmıi yaşındna büyük bir ihtiyar "kızlar" bile, yeteri kadar zenginseler, otuz yaşlarında gençler ile evleniyorlar." (s. 45)

"Bana öyle gelir ki, bütün bu işlere ahlak zabıtası göyüle baktıkça, ilkel koşulları anlamak olanaksız bir şey olarak kalır."

2 Haziran 2011 Perşembe

Engels - Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni - 4. baskının önsözü

"Mac Lennan'a göre , yalnızca üç evlilik biçimi vardır: çok karılılık (polygamie, çok kocalılık (polyandriie) ve karı-koca evliliği (mariage conjugal). Ama konu üzerinde dikkatle durulunca, gelişmemiş halklar arasında, bir dizi erkeğin, bir dizi kadına ortaklaşa sahip olmaları şeklindeki evlilik biçimlerinin varlığıyla ilgili birçok kanıtlar bulundu ve Lubbock (The Origin of Civillisation, 1870) bu grup halinde evliliği (Communal Marriage) tarihsel bir olgu olarak kabul etti." (s.22-23)

Engels, önsözde inatla aile biçimlerinin tarihten günümüze tek formda kalmadığı, birçok değişiklik geçirdiğini dile getiriyor. Ve bu değişimlerin evrilerek, belli sebeplere dayalı olarak dönüştüğünü söylüyor. Bu arada yukarıdaki alıntıda "sahip olma" ifadesi dikkatimi çekti, http://www.marxists.org/archive/marx/works/download/pdf/origin_family.pdf sitesinden İngilizce metnini buldum. Orada aynı paragraf şu şekilde;

"Facts were now already coming to light in increasing number which did not fit into his neat framework. McLennan knew only three forms of marriage: polygyny, polyandry and monogamy. But once attention had been directed to the question, more and more proofs were found that there existed among undeveloped peoples forms of marriage in which a number of men possessed a number of women in common, and Lubbock (The Origin of Civilization, 1870) recognized this group marriage (“communal marriage”) as a historical fact."

"possessed"; (http://dictionary.reference.com/browse/possessed)

–verb (used with object)
1. to have as belonging to one; have as property; own: to possess a house and a car.
2. to have as a faculty, quality, or the like: to possess courage.
3. (of a spirit, especially an evil one) to occupy, dominate, or control (a person) from within: He thought he was possessed by devils.
4. (of a feeling, idea, etc.) to dominate or actuate in the manner of such a spirit: He was possessed by envy.
5. (of a man) to succeed in having sexual intercourse with.
6. to have knowledge of: to possess a language.
7. to keep or maintain (oneself, one's mind, etc.) in a certain state, as of peace, patienceetc.
8. to maintain control over (oneself, one's mind, etc.).
9. to impart to; inform; familiarize (often followed by of  or with ): to possess someone of the facts of the case.
10. to cause to be dominated or influenced, as by an idea, feeling, etc.
11. to make (someone) owner, holder, or master, as of property, information, etc.: He possessed them of the facts.
12. to seize or take.
13. to gain or win.
14. to occupy or hold.


İlk anlama bakılırsa, bir ev, araba gibi bir objeye sahip olmak anlamındaymış. O halde çeviride bu şekilde kontrol ettiğimde de bir sorun gözükmüyor. Bu ifade hala da epey kullanılan bir ifade ki büyük ihtimalle Engels kitabın ilerisinde bu ifadeden yola çıkarak sahip olmak = mülkiyet edinmek denkleminden yola çıkacak diye düşünüyorum.

Kıskançlık

".. . Üstün hayvanlarda, sürü (horde) ve aile, birbirinin tamamlayıcısı değil, birbirinin karşıtıdır. Espinas, kızgınlık döneminde erkek hayvanlardaki kıskançlığın, sürü içindeki bütün ortaklık ilişkilerini, geçici olarak nasıl gevşettiğini ya da bozduğunu çok güzel gösterir." (s. 42)


" " .. . Sürünün doğması için, söz yerindeyse, evcil ilişkilerin gevşemiş ve bireyin kendi başına buyruk duruma gelmiş olması gerekir. Kuşlarda, örgütlenmiş ilkel topluluklar, bu nedenle çok ender görülür. ... Buna karşılık, memeli hayvanlar arasında, azbuçuk örgütlenmiş topluluklar görürüz; çünkü bu sınıf içinde birey, aile tarafından siinip süpürülmesine izin vermez. ... Öyleyse, ilkel sürünün kolektif bilinci, doğuşunu, en büyük düşmanına, ailenin kolektif bilincine borçlu olmamak [sanırım olmaması yazması daha uygun olacaktı - ilter] gerekir. Şunu söylemekten çekinmeyelim eğer aileden üstün bir toplum kurulmuşsa, bu ancak derinden derine sarsılıp bozulmuş aileleri kendine katarak olabilmiştir. Ama bunun dışında, kurulan toplum, sonradan kendi içindeki çok daha uygun koşulların barınağında, ailelerin yeniden kurulmasını sağlamıştır. " (Espinas, loc. cit., aktaran Giraud-Teulon, Origines du mariage et de la familie, 1884, s. 519-520)". (s. 43)


"Bildiğimiz kadarıyla yüksek dereceli omurgalı hayvan, yalnızca iki aile biçimi tanıyor: çok-karılılık ve tek-eşlilik; bu aile biçimlerinin ikisi de, yalnızca bir tek ergin erkeğe, bir tek kocaya izin verir. Erkeğin, aile için hem bağ ve hem de sınır olarak kıskançlığı yüzünden, [hayvanlar için -ç.] toplum durumuna gidebilmenin en yüksek biçimi olan sürü, ya olanaksız duruma gelir. ya dağılır; ya da en azından gelişmesi yavaşlar. Yalnızca bu, hayvan ailesiyle ilkel insan toplumunun birbiriyle bağdaşmaz iki şey olduğunu; emek ile hayvanlıktan kurtulan ilkel insanların, ya aile nedir bilmediklerini ya da en azından hayvanlar arasında var olmayan bir aile biçimi kurduklarını göstermeye yeter." (s. 43)


"... hayvandan insana değişimin tamamlanabileceği bu daha geniş ve sürekli kümelerin meydana gelebilmesi için ilk koşul, ergin erkekler arasındaki karşılıklı hoşgörü, ve her türlü kıskançlıktan kurtulmaktı. Gerçekten de, bugün bile şurada burada irdeleyebildiğimiz ve tarihte varlığını kesinkes tanıma zorunda kaldığımız en eski, en ilkel aile biçimi olarak ne buluyoruz? Grup halinde evlilik; yani bir küme erkekle bir küme kadının birbirlerine karşılıklı olarak sahip bulunduğu ve kıskançlığa çok az yer bırakan evlilik biçimi. Ayrıca, gelişmenin daha sonraki bir aşamasında, bütün kıskançlık duygularına meydan okuyan ve bundan ötürü hayvanlar arasındaki hiç görülmeyen bir şeyi, istisnai çok-kocalılık biçimini buluyoruz. Ama bildiğimiz grup halinde evlenme biçimleri öylesine anlaşılmaz durumlar gösteriyorlar ki, bunlar, bize, cinsel ilişkilerin daha eski ve daha yalın biçimlerini, ve böylece, en sonunda hayvanlıktan insanlığa geçişe uygun düşen, bütün kurallardan yoksun cinsel ilişki dönemini düşünmeye zorluyorlar; insanlar, hayvanlar arasındaki cinsel ilişki biçimlerini tamamen aşarak insanlığa geçmişlerdir. " (s. 44)