Botigelli'nin  sunuşundan ilk olarak anlayacağımız şu ki; Anti-Dühring bir mücadele  içinde doğmuş. Neyin mücadelesi? Marx ve Engels'in yani marksizmin  sosyal-demokrasiye karşı mücadelesi. Bu bağlamda bir "privat-dozent"  olan Dühring'i, Alman Sosyal Demokrat Parti'nin sosyal-demokrat  tarafının sembolü alarak (ki bir ara gerçekten o hale gelmiş)  Anti-Dühring eseri meydana gelmiş. Dühring gibi ünlü edilen şahıslara  bir diğer örnek de Lenin'in "Halkın Dostları Kimlerdir?" eserindeki  Mihaylovski olarak verilmiş. Söylendiğine göre marksistler olmasa bu iki  şahsın da tarihe geçmesi mümkün olmayacakmış. Bu arada Lenin de bu  eserinde tabi ki bir düşünceye, halkçılığa, karşı savaşım vermiş. Burada  "narodizm" teriminin de halkçılık anlamına geldiğini öğreniyoruz. 
      
Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'dan  itibaren işçilerde bir biliçlenme oluşturmayı amaç edindiği dile  getiriliyor. Bilinç, bilinçlenme benim de üzerinde epey sorgulama  mesaisi harcadığım bir konudur. Beno Kuryel de bilinç yerine farkındalık  sözünü tercih ederdi. Benim sorgularımda; bilinç nedir, kim bilinç  verebilir, bilinç verdiğini iddia eden kişi kendinin bilinçli olduğunu  hangi referanslara dayanarak söyleyebilir, örneğin Türkiye'de yaşadığım  topraklarda kendini müslüman diye tanıyan birine göre bilinç tanrıya  (allaha) inanmak değil midir? O halde dünya görüşümüzü belirlediğimiz  gibi bilinç referasnlarımızı da biz mi belirleriz? Öyleyse bir başkasını  bilinçlendiriyoruz diye nasıl söyleyebiliriz ki? 
      
"Almanya'da devimci hareketin başlangıç noktası, 1848 devrimidir"  deniyor. Mutlakiyet rejimine son verme girşimiymiş bu devrim. Botigelli  sunuşta Alman işçi sınıfının oluşumunu, gelişimini özet olarak geçse  de, anlaşılan o ki, bu kitabı anlamak için bu tarihlerdeki Almanya'nın  durumunu bilmek büyük avantaj olur. Sunuş boyunca, bu dönemdeki işçi  sınıfının teorik perspektif yokluğu içinde olduğu dile getiriliyor. 
      
Bu  sıralarda, 1852'de, Prusya'da, mutlakiyetin komünistlere bir darbesi  olmuş. 1850'de bir tarım ülkesi olan Prusya'nın 1870'e doğru sınai  üretiminin nasıl arttığına, sınai üretiminin artmasıyla da işçi  sınıfının nasıl güçlendiğine işaret ediliyor. Tabi bu sırada işçi sınıfının elinde hiçbir hak (sendikalar, ulusal örgütlenme vb.) olmadığından  fakat buna rağmen 1850-1856 arasında ücret veya çalışma zamanı için  yapılan toplam 40 grev olduğundan söz ediliyor. Eğer toplu grevler ise  sayıya bak, vay be! Türkiye'de toplu grev en son ne zaman oldu acaba?
Schulze-Delistsch  ve Sonnenman gibi liberal burjuvaların varlığını ve bunların işçi  örgütlenmelerindeki etkisinden de söz edilmiş. O sıralarda işçi hareketi  burjuva devrimiyle çok yakın hareket etmiş hatta kimi zaman  ortaklaşmış. August Bebel bile önce burjuva saflarında epey  sonrasındaysa Liebknecht'in etkisiyle sosyalizm saflarında yer almış. 
1850  - 62 arasında Lasalle'a kadar işçi sınıfındaki ideolojik yoksunluktan  dem vuruluyor. Bu dönemde işçi sınıfının istekleriyle burjuvanın  istekleri birbirine karışmış. Bu istekler; birleşme ve toplanma  özgürlüğü, tek dereceli seçim olarak özetleniyor. "Ulusal birlik" sorunu  kafaları karıştırmış, işçi sınıfı bu sorun etrafında burjuva ile  birleşmiş deniyor. Bunun somut örneği 1859'da kurulan Nationalverein'in (Ulusal Birlik)  kurulması ve bu birlikte işçi ve burjuvanın birlikte yer almasıdır.  "Her ne denli Alman birliğinin, Alman işçisinin en önemli gelişme  koşullarından biri olarak değerlendirilmesi gerekirse de, bu birliğin  gerçekleşmesi, aslında devrimci proletaryanın birliğini engelleyen ve  teorik bilinçlenmesini geciktiren bir bölünme kaynağı olmuştur." (s. 12)
Ve Lasalcı parti kuruluyor .. 1862 Londra sergisi denen  (neden sergi dendiğini anlayamadım?) toplantı bir dönüm noktası olmuş.  Burada buluşan delegasyonlar Ulusal Birlik'in karşı çıkmasına karşın  Leipzig'de Alman işçileri ulusal kongresi olması için çağrıda  bulunmuşlar. Ve içlerinden önde gelenleri, Lassalle'a, işçi  sınıfının bilimsel temellere dayanan bir program hazırlaması için  başvuruyorlar. Lassalle kimdir, neden ona başvuruluyor gibi sorulara  sunuşta çok yer verilmemiş. Sadece Lassalle'in görüşlerinin burjuva  isteklerden uzaklaşmadığı şiddetle vurgulanmış. Lassalle'ın 1863'te  "Leipzig'de bir Alman işçileri genel kongresi çağırma merkez komitesine  açık mektup" olarak gönderilen Emekçilerin Programı, Alman Emekçileri Genel Birliği'nin 23 Mayıs 1863'te kurulmasına temel hazırlıyor. 
Bu birlik sayesinde işçi sınıfı burjuvaziden siyasal olarak  ayrılıyor. Bu birliğin programında yer alan ve burjuvazi ile en büyük  ayrılma noktasını yaratan da; kapitalist sömürünün varolduğu sürece  proleteryanın kurtulamayacağı maddesidir. Fakat maalesef bu birlik  bundan ileri gidemiyor. Lassalle'nin işçi sınıfına gösterdiği iki amaç;  tek dereceli ve gizli genel oy hakkının elde edilmesi ve devlet yardımı  ile üretim kooperatiflerinin kurulması. İlk istek "sosyalizme  parlamenter yoldan geçiş düşü" olarak eleştiriliyor, ikinci istek ütopik  bulunuyor. 
"Ücretlerin tunç yasası savı" ile ücretlerin yükseltilmesi  mücadelesinin en önemli mücadele olduğu iddia ediliyordu. Bu sırada  Lassalle, tutkularını belli ediyor ve kendini kral gibi 5 yıl için  başkan atandırıp, diktatörlük kuruyordu. Daha sonra 1864'te bu  diktatörlüğü von Schweitzer aynı şekilde devam ettirmiş. Schweitzer  çekildikten sonra da parti dağılyor ve değerli militanlar Eisenach'da  kurulan sosyal-demokratik partiye katılıyorlar. 
Bu sıralarda Halk Partisi (Volkspartei) kuruluyor, Liebknecht 1866'da Saksonyat Halk Partisi'nin  kuruluşuna katkıda bulunuyor. Derken 1868'de Nuremberg'de İşçi  Birlikleri Konfederasyonu'nda Enternasyolin tüzüğünden faydalınarak bir  program oluşuturuluyor. Bu sayede taleplerini bir adım daha artıran işçi  sınıfı, programlarında hala üretim araçlarının  toplumsallaştırılmasından ve siyasal erkin fethinden söz etmemekle  eleştiriliyor. Konfedarasyondaki hareketlilik mücadeleyi bir parti  oluşumuna götürüyor ve Alman Sosyalist İşçi Partisi'nin ilk  kongresi toplanıyor. "Marx ve Engels, Eisenach'ta kendi partileri olarak  kabul edebilecekleri ilk partinin kurulmuş olduğunu düşüneceklerdir."  (s. 16). Burada da yine eşit, tek dereceli (nedir bu tek dereceli  incelemek lazım?) ve gizli genel oy hakkı, kilise ile devletin ayrılması  (hala Türkiye'de başarılamayan bir talep), basın ve dernek kurma  özgürlüğü, sürekli ordunun yerine halk ordusunun geçirilmesi (bunu neden  talep ediyorlar?) gibi taleplerle ilerliyorlar. "Kendine erek olarak,  yalnızca tüm sınıf egemenliğinin kaldırılmasını değil ama ücretliliğin  kaldırılmasını saptayarak yeni parti, burjuvazi ile bozuşuyordu." (s.  16) Program hala ciddi lasalcı etkiler taşıyor ve ilk madde "özgür halk  devletinin" kurulmasını hedefliyor. 
Enternasyonalin ilkelerine katılması sebebiyle partinin  militanlarına baskı çok artıyor. Alman İmparatorluğu'nun kurulması  iktisadın gelişmesini, sınainin büyümesini, sınainin büyümesi ise işçi  sınıfımın gücünü geliştirmesini sağlıyor. İşçi sınıfının güçlenmesiyle  bir birlik kurulması gündeme geliyor ve Genel Alman Emekçileri Birliği  sosyalistlere birleşme önerisinde bulunuyor. Bu birleşmede  "azeynahçılar" (öncülüğünü Bebel ve Liebknecht'in yaptığı parti) güçlü  durumda iken lasalcılar başvuran durumundadır. Fakat Liebknecht ve  Bracke'ın tüm çabalarına ve Marx&Engels'ten aldıkları desteğe rağmen  oluşum lasalcı özden kurtulamaz.  
"Gotha Programının Eleştirisi"nin Marx'ın 1875'teki teorik  düşüncesinin bilançosu olduğu söyleniyor. Bu eleştiride proleterya  diktatörlüğünün vurgulandığı dile getiriliyor. Burada Marx'ın  düşüncelerindeki gelişim ve kendi öncelini aşma hamlesi vurgulanıyor.  Eisenach programında bulunan ve kendisinin de kabul ettiği çoğu öğeyi bu  sefer lasalcı diyerek eleştiriyor Marx. (Marx'a ithafen) ".. 1875'te  altı yıl önce olduğundan daha güç beğenir görünür. Ve bu davranıştan  çıkartılacak bir ders vardır." (s. 19). Bu arada Eisenacht'ta programdan  kaldırılan ücretlerin tunç yasası burada yeniden programa konmuş. 
Bu noktada Marx, işçileri teori yoksunluğu sebebiyle ciddi biçimde  eleştiriyor ve eylemlerinin teorik temellerini belirleyip programa  yazmalarını istiyor. İşçilerin kendisini anlayacak düzeyde olmamasından  sebeple, Dühring denen bir zatı anlamaya ve kafalarının daha da  karıştığı belirtiliyor. Lasalcılar ve Marx'tan yana olanlar diye bölünen  işçiler bu sefer de Dühring ve Marx yanlıları şeklinde bölünüyorlar.
Dühring kimmiş? Matematik ve hukuk öğrenimi gören, 28 yaşında kör  olan ve bu sebeple yargıçlık mesleğinden el çekmek zorunda kalan,  felsefe ve iktisat dersleri vermek üzere öğretim görevlisi olan, Yahudi  düşmanı olduğu iddia edilen, 1870'ten sonra sosyalist olduğunu  açıklayan, büyük adamları pozitivist Auguste Comte ve iktisatçı Carey  olan, Darwin'i yadsıyan bir zat. "En çarpıcı yönlerden biri, Hegel'in  yadsınmasıdır. Dühring, diyalektiği yadsır ve kendi "ölümsüz  doğruluklar"ının değerini olumlar." (s. 22) Diyalektiğin yani doğa ve toplumda hareketin yadsınması usun da yadsınması anlamına gelir deniyor. 
Schopenhauer tasviri oldukça ilginç; ".. usdışı öğretileri ve  insanın hiçbir kurtuluş bulamayacağı ölümsüz bir kötülüğü kabul etmesi  .. " 
Burjuvazinin, usun rolünü yadsıyıp dünyanın değişmez  olduğunu savunmakta çıkarı olduğu fakat bilimin gelişmesini  yadsıyamayacağı söyleniyor. Dühring'in Carey'in çömezi olduğundan bundan  dolayı da kapitalizmi kabul edip çelişkilerini düzeltmek istediğinden  söz ediliyor. Dühring'ten şu şekilde söz ediliyor; "Gücünün bilincine  varan ve örgütlenen bir işçi sınıfını yanıltacak adamın ta kendisidir."  (s. 23) Tabi burada hemen akla bir soru geliyor; gücünü farkeden işçi  sınıfı da okusun ve yanılmasın ama maalesef o zaman da işçi sınıfının  teorik olarak edilgen konumda olduğu her sayfada görülüyor. 
Parti hızla Dühring'e doğru yöneliyor, önmeli militanlar (Most vb.)  Dühring'in ateşli savunucusu kesiliyorlar. Bebel bile "Yeni bir  komünist" makalesinde Dühring'i övüyor. Ve Liebknecht'in yönettiği resmi  parti yayın organı Dühring propagandası yapan yayın durumuna kadar  geliyor. Dühring'in bu sıralarda yayınladığı; "Ekonomi Politik ve  Sosyalizmin Eleştirel Tarihi" makalesi Marx'a ağır sövgüler içeriyormuş.  Fikrini değiştiren Liebknecht nihayetinde Engels'ten destek istiyor. 
Engels, bu sıralarda 18 yıldır, Marx'ın Kapital'i yazarken maddi  dayanak sağlamak için, Ermen ve Engels firmasında sürdürdüğü "kürek  mahkumluğu"ndan kurtulmuş, bilimsel irdelemelere dalmayı düşünüyor fakat  işçi sınıfının durumu kendisini bu çalışmalardan alıkoyuyor. Ne  fedakarlık! 
Dühring yanlılarının iyice ateşlenmesiyle Libknecht, Engels'ten  tekrar destek isteyince ilk olarak Dühring'e direk cevap vermeyi pek  uygun görmeyen Engels, Marx ile mektuplaşmalarıyla "ekşi elmayı  ısırmayı" kabul ediyor. "Dühring için, eski tarih repertuvarım ve  bilimsel irdelemelerim bana büyük yardımlarda bulunuyor ve işimi birçok  yönden kolaylaştırıyorlar. Özellikle doğa bilimleri konusunda, alanın  bana çok daha az yabancı bir duruma geldiğini ve bu alanda, sakına  sakına da olsa, belli bir özgürlük ve belli bir güvenle  ilerleyebileceğimi sanıyorum. " (s. 30)
Anti-Dühring çalışması 2 yıldan fazla zaman almış. 1876 Eylül - 1877  Ocak arasında ilk bölümü, "Bay Eugen Dühring Felsefeyi Altüst Ediyor"  başlığıyla 19 seferde Vorwarts'ta yayınlıyor. Marx da bir bölüm ile  katkıda bulunuyor. İkinci kısım, "Bay Eugen Dühring Ekonomi Politiği Altüst Ediyor", Temmuz-Aralık  1877'de 9 seferde yayınlanıyor. Üçüncü kısım, "Bay Eugen Dühring  Sosyalizmi Altüst Ediyor", 1877 Ağustos - 1878 Mart arasında yazılıyor  ve 5 sefer de yayınlanıyor. Ve Engels çalışmayı şu sözlerle bitiriyor; "  .. Dühring işini çok şükür bitirdim ve dünyaları verseler bu işe devam  etmeyi istemem." (s.31)
Anti-Dühring'in  yayınlanması sırasında Dühring yandaşları yayın organına yaptıkları  baskılarla birçok zorluk çıkarıyorlar. Ve Engels, Liebknecht'e  makalelerin kesilmeden yayınlatmasını isteyen bir ültimatom gönderiyor.  Bu sırada Dühring'in "Sanço Pança"sı Abraham Ensz, Engels'e sövgü  dolu bir broşür yayınlıyor. Nihayet Gotha'da toplanan kongrede Dühring  yandaşları işi azıtıyor ve Engels'in makalelerinin yayından  kaldırılmasını istiyor. Bu kongrede Liebknecht ve Bebel'in ara önerileri  oluyor ve Liebknecht ateşli bir şekilde Engels'i savunuyor. Aynı  zamanda makaleler bazı militanlarda etkisini gösteriyor ve onların da  savunuculuğunu kazanıyordu. Böylelikle kongrede marksistlerin üstünlüğü  oluşuyor ve bundan sonra Dühring gerileme dönemine giriyor. 
Dühring 1877'de Berlin'de üniversiteden atılıyor, sosyalistler geri  alınması için destek veriyor fakat bu sırada Dühring hükümet ile  uzlaşınca sosyalistler gözünde kalan saygısını da kaybediyor. 
Engels makale isimleriyle de Dühring'in "Carey Ekonomi Politik ve Toplumsal Bilimleri Altüst Ediyor"a ince bir gönderme yapmış. 
Bu dönemdeki işçi sınıfının durumu birkez daha özetlenmiş; "..  Enternasyonal tüzüğü, eylemi yönetmeye yarıyor ve Marx ile Engels'in,  öğütlerine başvuruluyordu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, Alman  partisinde hiç kimse, ne bu eylemin ilkelerini düşünmeye, ne de bu  eylemi bir dünya görüşüne bağlamaya çalışıyordu. Erkliğin  alınması için, ama sosyalizmin insanlık tarihinde ne anlama geldiği  üzerinde açık bir görüşten yoksun olarak, savaşım veriliyordu." (s. 35)
Anti-Dühring'e bir marksizm ansiklopedisi deniyor ve bu eserde  Engels'in, " marksist dünya görüşünün tüm bilgi alanlarındaki bireşimini  ilk kez olarak" yaptığı dile getiriliyor. Engels'in ilk olarak modern  materyalizmi tanıttığı çünkü artık mekanik materyalizmin aşılmış olan  bilimsel verilere dayandığı söyleniyor. Pozivitizm şu şekilde tasvir  ediliyor; "Pozivitizm, bilimlerin 19. yy'ın ilk yarısındaki belli bir  gelişmesine uygun düşüyor ve onların başarıları ile bütünleşmeye  çalışıyordu. Ama bütünsel bir materyalist görüşten yoksun bulunması  sonucu, olaylar topluluğunu kavrayamıyordu. Tamamen pozivitist olmak  isteyen August Comte, dünyayı yönetenin fikirler olduğunu söyleyecek  denli ileri gidiyor ve böylece kapıyı idealizme açıyordu. Yüz yıl  öncekine göre çok yüksek bir düzeyde de olsa, bilgiler düzeyi, gerçeği  büsbütün kavrayamıyordu." (s. 37)
Bilimler topluluğunun hareketi klasik nedensellik ile açıklanamıyor,  yeni bir arayışa giriliyordu. ".. bilgi sürecine kendi birliğini  yeniden kazandıran bir yöntem, güçlüklere meydan okumayı ve onları  idealizme sıçramanın sunduğu kolay çözümlere başvurmaksızın çözmeyi  sağlayan düşünce kuralları bulmak gerekiyordu." (s. 37) Bu arayış  sonucunda yöntem bulundu; diyalektik materyalizm. 
38 ve 39. sayfalarda burjuva felsefesi ve marksizm kıyaslanarak  anlatılıyor. "Varlığın bilinç üzerindeki önceliğini doğrulayan ve  düşüncenin içinde oluştuğu koşullara sıkı sıkıya bağımlı olduğunu  olumlayan marksizm .. . Marksizme göre, bilgimiz genişlediği,  gerçeği daha bilimsel bir biçimde kavradığımız ölçüde düşüncemizin  biçimleri dönüşür. Felsefe, artık, öteki bilimler üstünde, bilgimizin  eksiklerini kapatmayı gözeten bir bilim değildir. Gerçekliğin düşünce  düzeyindeki dışavurum ve bireşimidir, doğal ve insanal olayların  araştırılmasında bilim tarafından elde edilen sonuçların  genelleştirilmesi ve benimsenmesidir." (s. 39) Diyalektik materyalizm  için; "niteliği gereği bilginin her yeni adımı ile kendi yasası gereği  zenginleşmek ve dönüşmek zorunda kalacaktır" deniyor.
Botigelli, kitabın eskidiğinin çok açık olduğunu, genetik, nükleer  biyoloji gibi alanlardaki büyük ilerlemelerin marksist dünya görüşüyle  tekrar yorumlanması gerektiğini iletiyor. 
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder